28 Aralık 2013 Cumartesi

Hakkımı helal etmiyorum!

     Bundan 1 hafta kadar önce bir haber paylaşmıştım sizinle. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Ulaşım A.Ş.'de güvenlik görevlisi olarak çalışan Sinan Y., zor durumda kalan vatandaşları parasını ödemesi şartıyla kendi kartıyla turnikeden geçirip şirketi 4.90 TL zarara uğrattığı gerekçesiyle hakkında dava açılmış ve 7 yıl hapsi istenmişti.
     Bugün bunun tekrar gündemime gelmesine neden olan olay ise bu gece yaşandı. Erdoğan, Sakarya'daki programının ardından İstanbul'a geldi. Atatürk Havalimanı'nda Erdoğan'ı çok sayıda partili karşıladı. Erdoğan burada konuşma yaptı. Daha sonrasında Erdoğan'ı Atatürk Havalimanı'nda karşılamaya gelen partililerden bir kısmı mitingin bitişinde havalimanından ayrılmak için metroyu kullandı. Ancak partililerden bazıları turnikelerden ücretsiz geçti. Görevlilerden de yardım gören vatandaşların bazılarının buna rağmen akbil bastığı görüldü. Ücretsiz geçenleri görüntülemeye çalışan haberciler ise güvenlik görevlileri tarafından engellenip, uzaklaştırıldı.
*

     Acaba bu mitinge katılıp ÜCRETSİZ metroya binen kişiler İstanbul Ulaşım A.Ş.'yi ne kadar zarara uğrattı? Bu güruh da ceza alacak mı? Zira 2010 yılında İstanbul ve Ankara'da ulaşıma gelen zamları protesto edip turnikelerden ücretsiz geçenler polis müdahalesi ile karşılaşmış, göz altına alınmışlardı.
     Ceza filan olmayacak tabi. Çünkü memlekette iktidar yanlısı isen her şey mübah. Yolsuzluk ve hırsızlık da dahil! Hukuk devletinde adaleti mahkemelerden beklememiz gerekirken işimiz ilahi adalete kaldı. Bu arkadaşlara hakkımı helal etmiyorum efendim!


* (DÖNÜŞ YOLUNDA ÜCRETSİZ METRO - Hürriyet Webtv;  
http://webtv.hurriyet.com.tr/2/58602/0/1/donus-yolunda-ucretsiz-metro.aspx )

Not: Gündemin bu kadar kalabalık geçtiği bir haftada neden yazmadığımı soran takipçilerim var. Neden yazmıyorum? Çünkü yazmakla hiçbir şey değişmiyor. Ne kadar bağırsam, gücü elinde tutanlar her şeye rağmen yalanlarına devam ediyorlar ve ne yazık ki bu yalanlarını alkışlayacak taraftar bulabiliyorlar. İşte buna katlanamıyorum. Biraz sakin kalmayı planlıyorum, bu plana ne kadar uyarım onu da bilmiyorum. İlginiz için teşekkürler.

19 Aralık 2013 Perşembe

Büyük Yolsuzluk


     Gündem o kadar yoğunki haberlere yetişemiyoruz. Dünkü yazımda Deniz Feneri savcılarının başına gelenler umarım rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcıların başına gelmez demiştim ama maalesef şube müdürlerini unutmuşuz. Birçok şube müdürü görevinden alındı. Emniyet içindeki cemaat ayıklanmaya başlandı.
     Hükümet kanadı bu operasyonu iktidarlarına yönelik bir saldırı olarak görüyor maalesef. Cemaat ile dershane konusundaki inatlaşmanın bir sonucu olarak görüyor ki haksız da değil. Fakat ortada hırsızlık, yolsuzluk varsa bu neyi değiştirir? Hırsız, hırsızdır. Ayrıca böyle bir olayın cemaat tarafından bilinip kuyruğuna basılmadıkça gündeme getirmemesi ayrı bir konu. Hükümet cemaat gerilimi olmasaydı söz konusu kişiler gemisini yürütmeye, ayakkabı kutularını doldurmaya devam mı edecekti? Haram yemenin, hırsızlığın dinimizdeki yerini biliyoruz. Cemaatteki yeri nedir? Cemaat hangi dine, hangi Allah'a tapıyor?
     İktidarlarına saldırı olarak gördükleri için operasyonu ciddi bir şekilde eleştiriyorlar, saldırıyorlar, en önemlisi müdahale ediyorlar. Erdoğan, Arınç olayları geziye bağladı. Arınç, süphelilerin sabahın 5'inde evlerine baskın yapmasını eleştirmiş. 13 Nisan 2009'da Ergenekon operasyonlarının yürütüldüğü zamanda Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı, o dönem kanser hastası, Türkan Saylan'ın evine sabahın 5'inde baskın yapılmıştı. O zaman Arınç'tan böyle bir açıklama hatırlamıyorum maalesef. Bakın Erdoğan 2009'da Ergenekon soruşturması yürütülürken ne demiş?
 
      "Bırakın bakayım, nereye varacak bu işin sonu?" olması gereken bu! Rüzgara göre duruş değişmez, değişmemeli. Gerçi bu erdemdir ama politikadan, politikacılardan bahsediyoruz.
     Bugün okuduğum diğer büyük yolsuzluk haberi beni düşünürdü doğrusu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Ulaşım A.Ş.'de güvenlik görevlisi olarak çalışan Sinan Y., zor durumda kalan vatandaşları parasını ödemesi şartıyla kendi kartıyla turnikeden geçirip şirketi 4.90 TL zarara uğrattığı gerekçesiyle hakkında dava açılmış ve 7 yıl hapsi istenmiş.
     Bir tarafta milyon dolarlık bir operasyon ve korunan zenginler, diğer tarafta 5 lira bile olmayan zarardan ötürü hakkında 7 yıl hapis cezası istenen orta gelir vatandaş. Bu adaleti, devleti ve insanları milyonlarca dolar zarara uğratan zenginlere karşı da görecek miyiz? Düne göre benim umudum gitgide azalıyor. 
     Neden mi? Çünkü kavramların bile cepteki paraya göre değiştiği bir dünyada yaşıyoruz dostlar. Fakir çalarsa hırsızlık, zengin çalarsa yolsuzluk oluyor. Fakirin gayri meşru çocuğu olursa piç, zenginin olursa yasak aşkın meyvesi oluyor.

17 Aralık 2013 Salı

Milat Olsun


     Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun başladığı bugün, 17 Aralık tarihi milat olsun. Aralarında
   Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, 
   İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, 
   Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar
   ünlü iş adamı Ali Ağaoğlu, 
   Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, 
   şarkıcı Ebru Gündeş'in eşi iş adamı Reza Zarrab, 
   Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın da bulunduğu şüplelilerin sayısı akşam itibariyle 52'ye ulaştı. Soruşturmayı "Askeri Casusluk" ve "Sahte Çürük Çetesi" davalarının savcısı Celal Kara yürütüyor. Son dakika haberlerine göre 3 bakan hakkında fezleke hazırlandığı, bu bakanların dışında bir bakanın, işadamı Reza Zerrab’tan 1,5 milyon dolar rüşvet alırken görüntülendiği iddia edildi.
     İçişleri Bakanı Muammer Güler, "Operasyon emrini ben verdim. Oğlum suçlu ise gereken yapılır" dedi. 
     Akp Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, "İktidarımız, iş başına geldiği günden beri, yolsuzluk ve usulsüzlükler konusunda azami hassasiyet göstermiş, bundan sonra da aynı hassasiyeti göstereceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Hukuk devletinde, herkes hukuk önünde eşittir. Ak Parti olarak gerçeğin ortaya çıkarılması hususunda yapılması gerekenlerin eksiksiz yapılmasını istiyoruz. İnsanlar hakkında, bağımsız yargı nihai karar tesis etmeden, masumiyet karinesinin gözardı edilmemesi gerektiği hususu da unutulmamalıdır." dedi.
     İki bakanın bu açıklaması soruşturma açısından umut verici ama güvenilirliği şüpheli tabiki. Herkesin aklına, hükmete yakın Deniz Feneri davasında, savcıların görevden alınıp haklarında soruşturma açılması geliyor. İnşallah bu soruşturmayı yürüten savcıların başına da gelmez.
     Hep beraber yaşayacağız ama maalesef bir kısmımız görecek. Umudum; her fırsatta tüyü bitmemiş yetim hakkından bahsedenler, bu yolsuzlukların gün yüzüne çıkarılması ve suçluların cezalandırılması konusunda yargıya destek olurlar.

16 Aralık 2013 Pazartesi

1 Koyup 3 Alamamak


     Rahmetli Turgut Özal, körfez savaşı politikasıydı bu. Maalesef tersini aldık. Günümüzde yine benzer durumla karşı karşıyayız. AB ile vize muafiyeti uğruna "tarihi adım" adı altında geri kabul anlaşmasını imzaladık.
     Anlaşmaya göre; AB ilk olarak, Türk vatandaşlarına vize kolaylığı getirecek. Schengen vizesi almak isteyen belirli meslek gruplarına ait kişilerden uzun süreli vize taleplerinde daha az evrak istenecek. Ankara ise Türkiye’den AB’ye kaçak giriş yaparken yakalananları kabul edip geldikleri ülkelere gönderilene kadar tutulacakları mülteci kamplarına gönderecek. Karşılıklı adımların yaklaşık 3,5 yıl gözleneceği sürecin sonunda AB’den Türk vatandaşlarına vize muafiyeti getirmesi talep edilecek. Bu talep yerine getirilmediği taktirde geri kabul anlaşması da gözden geçirilecek.
     Bakın Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (BMMYK) raporu diyor ki; 2010'da Yunanistan'da yakalanan 132 binden fazla üçüncü ülke vatandaşının 53 binden fazlası Türkiye üzerinden geldi. 2012'nin ilk 9 ayında bu sayı 70 binin üzerindeydi. AB'nin dış sınırlarını denetleyen Frontex'e göre ise 2012'de AB'ye yasadışı yollardan girenlerin yüzde 56'sı Türkiye-Yunanistan sınırından geçti.
     Bu veriler ışığında sizce bu anlaşma ile kârlı mı çıkarız? AB ülkeleri Schengen vizesi almak isteyen "belirli meslek gruplarından" istediği saçma sapan belgelerden birkaçından feragat edecek. Biz de Avrupa'ya kaçak yollarla giren mültecilerle uğraşacağız. Ülkesine geri gönderilmesi, o süreçte barınması, beslenmesi bize ait. Üstelik 3.5 yıl sonra da AB sürece bakıp ipe un serecek.
     Bence devlet büyüklerimiz 1 koyup 3 alma sevdasından bir an önce vazgeçsinler. Zamanında aynı sevda ile 100 milyar $ zarar ettik. Biz 1 koyup 1 alalım yeter.

13 Aralık 2013 Cuma

Suriyeli Mülteciler


     Suriye'de iç karışıklıklarının çıktığı günden bu güne kadar geçen sürede Türkiye'ye 600.000'in üzerinde Suriyeli vatandaş sığınmış. Tabiki sığınacak, mazluma kucak açmak devlet politikamız. Zamanında Saddam'dan kaçan kürt vatandaşlara da kapılarımızı açmıştık. Kucak açalım da her seferinde mülteciler tarafından sırtımızdan vurulmak?
     Geçtiğimiz aylarda Hatay halkı ile yaşanan olayları biliyorsunuz. Ben yeni yöntemden bahsetmek istiyorum.
     Efendim bu arkadaşlar artık lüks araçlar kiralayıp Suriye'ye kaçırıyorlar. 1-2 değil 180'den fazla araç Suriye'ye kaçırılmış. Suriye sınırımız delik deşik olmuş, giren çıkan belli değil. Son yaşanan olayda ise araç sahibi Suriye'ye gidip kendi aracını 16.000$ karşılığında geri alıyor. Buradan da anlaşıldığı üzere yetkililerimiz bu konu ile ilgilenmiyor.
     Sizce tüm bu yaşananlar sonrasında Suriye politikamız, Suriye sınırımızdaki güvenlik ya da sığınmacılar ile ilgili daha dikkatli olundu mu? Hayır...
     İşte bu da belgesi; 

     Bu belge; "mültecilerin Hatay'da yaptıkları taşkınlıklar yetmiyor, bunu tüm Türkiye'ye yayalım" diyor. Belgede de yazdığı üzere Samsun, Sinop, Zonguldak, Manisa, Karabük, Adıyaman, Elazığ, Giresun, Ordu, Trabzon ve Artvin illerinde mültecilere serbest ikamet izni verilmiş ve hayatlarını idame ettirene kadar yardım edilmesi istenmiştir. İlerleyen zamanlarda çalışma hakkı da tanınacak ve illerin kalkınmasına katkıda bulunacaklarmış. Bu 11 ilin seçilme nedeni, bu illerde güvenlik ve asayiş konusunda sorun olmamasıymış.
     Bu gerekçe ile bu illerin seçilme mantığı da "yav bu illerdeki kolluk kuvvetleri boyuna yatıyor, bir de maaş alıyor" olmalı... Komik!

11 Aralık 2013 Çarşamba

Çay, simit hesabı


     Çalışanlarımıza reva görülen maaşlar hiçbir zaman kabul edilebilir düzeyde olmadı, olamadı. Neden olmadı bunu ben de bilmiyorum. Onu bu işin yetkililerine sormak lazım. Benim değineceğim konu bütçe görüşmelerinde Erdoğan'ın çay, simit hesabı. Ne demiş Erdoğan?
      
     "Çay ve simit hesabını da hatırlatmak isterim. Asgari ücret 187 liraydı. Günde üç öğün çay ve simitle geçinse 270 lirayı buluyordu. Bugün 804 lira, üç öğün çay ve simit tüketse şimdi 450 lira."
     
     5 kişilik bir aile (anne, baba ve başbakanın istediği 3 çocuk)
     Sağlama yapalım:   450/30 =15lira
                                     15/5     = 3 lira
                                       3/1     = 1 lira  
     Erdoğan'ın hesabına göre çay ve simit 1 lira oluyor. Oysa ki İstanbul'da simide zam yeni geldi ve 1.40 lira oldu. Çayı geçtim sadece simit yese;              1.40*3 = 4.20 lira
                               4.20*5 = 21 lira
                               21*30  = 630 lira ediyor.
     Yani hesabı neresinden tutsam elimde kalıyor. Bu hesaba çayı da katarsak ki çay fiyatlarını bilmediğim için en ucuz 50 kuruştan hesaplarsak 225 lira da o ediyor. Çay, simit hesabı oldu mu 855 lira?
     Dünyanın en büyük 17'nci ekonomisi Türkiye diye övünenlerin halkını çay ve simit ile beslemeye çalışması nasıl bir aymazlıktır?
     Hah! Erdoğan'ın simit ve çay hesabını doğru çıkaracak tek bir yer var. Meclis lokantası!
     Asgari ücret ile geçinen 5 kişilik bir aile her öğün meclis lokantasından beslenirse asgari ücret yeter, hatta birkaç yıl sonra araba bile alabilir.

9 Aralık 2013 Pazartesi

Pardon

     Ergenekon davası kapsamında 4 yıl 277 gündür tutuklu bulunan Mustafa Balbay hakkında tahliye kararı çıktı.
     Adalet dediğiniz, o kadar da adil bir şey değil demek ki!*


* (Pardon 2004 film)

4 Aralık 2013 Çarşamba

Biyometrik Kimlik Doğrulama Sistemi


      1 Aralık itibariyle SGK özel hastanelerde biyometrik kimlik doğrulama sistemini başlattı. Özel hastanede muayene olmak isteyen vatandaş parmak izini, avuç izini sisteme tanıtıp öyle muayene olacak. Vermek istemezse sağlık hizmetinden yararlanamayacak ki bu da anayasaya aykırıdır. Kaldı ki kamu hastanelerinde böyle bir zorunluluk getirilmemiştir. Affedersiniz özel hastanelere giden vatandaşlar daha mı sahtekar oluyorlar? Hem bu kayıtların güvenliği ise meçhul. Geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanlığı’nın ödül almış UYAP sistemine giren kimliği belirsiz kişiler, Kocaeli İnfaz Savcılığı’nda 5 yıllık hapis cezası bulunan Oktay D.’nin infazını sistemden silmişlerdi.    

     Madem devlet bu ülkenin vatandaşlarına güvenmiyor. Sağlık alanına üst düzeyde güvenlik hizmeti getiriyor. O zaman vatandaşın iradesini de korumalı.
     Her seçimde: "Oylar çöpe mi gidiyor? Fazla oy mu kullanılıyor?" soruları sorulurken. Hele son zamanda Suriyeli vatandaşların oy kullanması için vatandaşlık verildiği iddiaları gündemdeyken oy güvenliği de sağlanmalı. Öyle değil mi?
     Sandık sahtekarlığı, hastane sahtekarlığından daha önemlidir. "Fişleme olmaz mı?" sorusu aklınıza gelebilir ama ben bu konuda "yeter ki oy güvenliği sağlansın varsın fişlesinler" diyorum. Birçok kişi de böyle düşünüyordur. Şimdiye kadar hangi seçimin güvenilirliğine inandık?

2 Aralık 2013 Pazartesi

Adrese teslim atamalar


     Ağustos ayında gazetedeki bir ilan o dönem tartışmalara neden olmuştu. Tabi bir kesimce yine umursanmadı. Recep Tayyip Üniversitesi'nin öğretim elemanı ilanında gerekli şartların yanında atanacak personelin isimleri de yer almıştı.

   
     Sonra üniversite, sehven olmuş, çizelgenin herhangi bir resmi niteliği yokmuş, soruşturma açıklacakmış... RTEÜ Rektörü Prof. Dr. Arif Yılmaz bunun üzerine istifa etmişti.
     Bu haberin yeniden gündemimde olmasının nedenine gelince; bu ilanda yer alan personeller görevlerine başlamışlar efendim. Hayırlı olsun! Yeni rektör Prof. Dr. Hüseyin Karaman: "Eğer atama yönetmeliğindeki şartlar varsa kadro verirsiniz. Tabii ki yanlış olan kriterler yerine ilanda isimlerin yer almasıydı." demesine rağmen ilandaki isimlere kadro vermesi de ilginç.
     Benzer bir olay 2011 yılında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne personel alımında da gerçekleşmişti. Orada alınacak personel ilanda isim isim belirtilmedi. Ancak şartlar isimleri işaret ediyordu. Bunun üzerine Ankara Tabip Odası ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası ilanda belirtilen özel şartlardan yola çıkarak, atama süresi bitmeden muhtemel atanacak 32 ismi notere onaylattı. Ne mi oldu? Ankara Tabip Odası'nın notere onaylı tahmin listesinin 31'i Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nde kadro buldu. ATO Başkanı: "Adrese teslim atama yapıldı... Öyle kriterler konmuş ki başvuracak isimler belliydi." dedi. Süreç ATO tarafından yargıya taşındı. Ankara 5. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı vermiş, YBÜ ise davaya değil "ATO'nun dava açma ehliyeti yok" diye karara itiraz etmiş ve yürütmeyi durdurma kararını kaldırtmıştır. ATO'nun yaptığı itiraz sonrasında Ankara 5. İdare Mahkemesi 9 Nisan 2012’de davayı esastan karara bağladı ve atamaları iptal etti. Gerekçeli iptal kararında; bu koşulların "bazı kişileri tarif eder mahiyette olduğu, böylece objektif değerlendirme imkanın ortadan kalktığı, ilana sadece oldukça spesifik olarak belirlenen şartlara haiz kişilerin başvuru yapabildiği", bu nedenle koşulların "keyfi ve kişiye özel bir nitelik taşıdığı" tespitinde bulunuldu. Mahkeme kararında, kadroya atanacak 31 ismin ATO tarafından önceden bilinip tespit ettirilmiş olmasını da, işlemin kişiye özel oluşunun bir göstergesi olarak ayrıca vurguladı.
     Recep Tayyip Erdoğan Üniveritesi'nde maalesef böyle birşey yaşanmadı. Merak ediyorum, işlerine başlayan doçentler nasıl öğrencilerinin yüzlerine bakıyor acaba? Nasıl bir eğitim veriyor? Torpil yapmanın inceliklerini de anlatıyor mudur derslerinde?
     Dürüstlük bir erdem değildir, insan olmanın şartlarından biridir sadece!

Gülen'i bitirme

     2004 yılındadaki MGK kararı ortaya çıktı. Toplantıda “Türkiye'deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen” konusu gündeme gelmiş, yurt içi ve yurt dışı faaliyetlerine karşı bir eylem planı hazırlanması kararı verilmiştir.


     25 Ağustos 2004 tarihli MGK kararının altında, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ün yanı sıra, beş ayrı bakanın imzası var. Aynı belgeye, MGK üyesi Aytaç Yalman, Özden Örnek, İbrahim Fırtına, M. Şener Eruygur da imza koymuş.
     Hükümet yetkilileri her ne kadar "bununla ilgili herhangi bir eylem yapılmamıştır" diye açıklama yapsa da bu karar doğrultusunda 15 ayrı karar alınmış ve ilgililere dağıtılmış. Buna ilişkin 2 belge daha ortaya çıktı...




     
     Belgelerdeki konu kısmına dikkatinizi çekmek isterim. "İrtacai Faaliyetlere Karşı Yürütülecek Mücadele Stratejisine Ek Eylem Planı"... 
     Ergenekon soruşturmasında "ıslak imza" tartışmalarına konu olan Albay Dursun Çiçek'in imzasının bulunduğu Mart 2006 tarihli belgenin başlığı neydi? "İrticayla Mücadele Eylem Planı", bu belgede imzası bulunan Dursun Çiçek, 5 Ağustos 2013'te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından karara bağlanan Ergenekon davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
     Bu belgeler doğrultusunda ortaya iki seçenek çıkıyor;
  • Birinci seçenek; 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Albay Dursun Çiçek hakkında verdiği karar yok hükmündedir. 
  • İkinci seçenek ise; o dönemde irtica ile mücadele eylem planı belgelerine dayanarak Ergenekon davalarını yürüten savcıların 2004 MGK kararı altında imzası bulunanları davaya dahil etmeli.